Komünist Part'nin Zulüm Politikası

Çin'deki komünizm ana hatları ile iki döneme ayrılabilir: Mao dönemi ve Deng dönemi. Mao ve Deng'in uygulamalarında ve düşüncelerinde ayrıldıkları bazı noktalar bulmak mümkündür. Ancak geniş bir perspektiften bakıldığında iki dönem önemli benzerlikler taşır. Bu değerlendirmenin temel kıstasını ise insan hakları ve demokrasi oluşturmaktadır.

Her iki dönem boyunca da ülke Komünist Parti'nin mutlak kontrolü altında tutulmuştur. Ve günümüz yöneticileri de Çin halkını aynı baskıcı rejim altında ezmeye devam etmektedirler.

Mao dönemi 1949'dan 1977'ye kadar uzanır. Bu dönem, milyonlarca insanın açlıktan öldüğü, milyonlarcasının katledildiği, hayatın her alanında katı bir disiplinin hakim olduğu, bireysel hiçbir özgürlüğe izin verilmediği, kitlelerin şiddetle ve baskıyla terbiye edildiği bir dönemdir. Ancak kuponla yiyecek alınabildiği, sadece tek tip kıyafete izin verildiği, halkın yalnız devletin belirlediği fabrikalarda ve tarlalarda çalışabildiği bu dönemde kimin kimle evleneceğine, nerede oturacağına, kaç çocuk sahibi olacağına da hep Komünist Parti karar vermekteydi.

(Komünist Çin'in dış dünyaya sunduğu görüntü, ülke içinde yaşananlardan çok farklıdır. Gökdelenlerin, modern caddelerin ve lüks işyerlerinin; kamplarda insanlık dışı koşullar altında çalışan, yemek bulamadıkları için çöpten topladıklarıyla hayatlarını devam ettiren ve iş kuyruklarında saatlerini geçiren 100 milyona yakın insanın yaşadıklarını unutturması mümkün değildir.)

Günümüzde ise belki artık kuponla yiyecek alınmamakta, isteyen istediği kıyafeti giyebilmekte, en azından komşu şehirlerde işe girebilmektedir. Ancak ekonomik ağırlıklı olan bu değişiklikler, Parti'nin siyasi zihniyetinde herhangi bir değişikliğe neden olmamıştır. Bu da Çin halkının ancak Komünist Parti'nin koyduğu sınırlar içinde özgür olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim son dönemde yaşanan ekonomik değişiklikler de, Mao'nun uygulamaları neticesinde iflas eden Çin ekonomisini düzeltebilmek için Komünist Parti'nin zorunlu olarak özel yatırıma izin vermesi ile başlamıştır. Ayrıca bu yenilenme ve gelişme kırsal bölgelere yansımamış, kırsal bölgelerdeki yoksulluk oranı gün geçtikçe artmıştır. Bunun yanı sıra, kitabın önceki bölümlerinde detaylı olarak ele aldığımız idamlar, çalışma kampları, mahkumların organlarının satılması, zorunlu aile planlaması gibi uygulamalar da ısrarla sürdürülmektedir. 1989'da yaşanan ünlü Tiananmen katliamından sonra Devlet Başkanı Jiang Zemin'in, "ekonomik reformların devam edeceğini, ama kimsenin demokratikleşme rüyası görmemesi gerektiğini" açıklaması, Parti siyasetini özetlemesi açısından oldukça önemlidir.
New York Times gazetesinde yer alan bir makalede ise, Çin'in demokrasi anlayışı şu şekilde tarif edilir:

Adalet Bakanlığı 2.000'den fazla siyasi tutuklu olduğunu kabul ediyor, üstelik bu, bu rakamın son yıllarda azalmış hali. Ayrıca sayısı bilinmeyen binlerce siyasi ve dini tutuklu da işçi kamplarını ve akıl hastanelerini doldurmuş durumda. Gerçek bir polis devleti olan Çin'de, 1979'da Wei Jingsheng ve Xu Wenli reform için Demokrasi Duvarını oluşturduklarından beri çok az şey değişti. Wei hapishaneye konuldu ve halen hapiste, Xu ise siyasi bir münzevi. 74

Görüldüğü gibi Çin Hükümeti, herkesin, düşüncesini belirtmekte özgür olduğunu iddia etse bile, Çin vatandaşlarının, rejimi, üst düzey parti yöneticilerini ve bu kişilerin uygulamalarını eleştirmeleri, bu eleştirilerini yazılı hale getirip yayınlamaları yasaktır. Parti'nin, kendi görüşleri dışında kalan görüşler üzerinde katı bir denetimi vardır. Devlet güvenliği kavramı çarpıtılmakta ve en ufak bir eleştiri devlet güvenliği kapsamına sokularak kişiler cezalandırılmaktadır.

Böyle bir girişimde bulunanlar gözaltına alınıp tutuklanmakta ve aylarca mahkemeye çıkarılmadan, nerede tutulduğu en yakınlarına dahi haber verilmeden alıkonulmaktadır.

Tiananmen Katliamı

4 Haziran 1989 tarihi, komünist Çin'in vahşetine tüm dünyanın bir kez daha tanık olduğu bir gün oldu. Pekin'in ünlü Tiananmen Meydanı'nda daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük için gösteriler yapan üniversite öğrencileri karşılarında kendi devletlerinin ordusunu buldular. Çin yönetimi, karşısındakilerin henüz 19-20 yaşlarındaki kendi vatandaşları olmasını önemsemiyordu. Komünist Çin'e göre önemli olan rejimin tehlike altında olması ihtimali idi ve politbüro bu üniversite gençlerinin rejimi tehdit ettiği kanaatine varmıştı. İşte bu kanaat binlerce insanın katledilmesine, binlercesinin yaralanmasına, on binlercesinin tutuklanıp işkence görmesine neden oldu.

4 Haziran 1989 günü Halkın Ordusu, Tiananmen'de gösteri yapan öğrencilerin üzerine yürüdü ve Çin Kızıl Haçı'nın verdiği rakamlara göre 2.600 kişiyi öldürdü (Çin Kızıl Haçı'nın verdiği rakamlara, Çin ordusu tarafından gizlice gömülenler veya akıbetleri hiçbir zaman öğrenilemeyen kişiler dahil değildi). Başka kaynaklar ise ölü sayısının 7 bin ile 20 bin arasında değiştiğini tahmin etmekteydiler. Olaylar sırasında 7 binden fazla kişi yaralandı. 40 bin kişi tutuklandı (daha sonra bunların bir çoğu da halkın gözü önünde idam edildi).75 Ve böylece komünist Çin, kendisine muhalif olanları etkisiz hale getirmekte ne kadar "başarılı" olduğunu bir kez daha tüm dünyaya göstermiş oldu.

Tiananmen, 1919'da da Çin halkının Batılı sömürgeci devletlere karşı başlattığı geniş katılımlı demokrasi hareketinin en önemli merkezi olmuştu. Dolayısıyla bu tarz gösteriler için sembolik bir anlam taşıyordu. Pek çok devlet binasının bu meydanın etrafında bulunuyor olması da, zaman zaman yapılan gösterilerde hep burasının tercih edilmesine neden oluyordu. 1989'daki gösteriler ise Pekin'deki üniversite öğrencilerinin, reformist görüşleri ile tanınan ve gösterilerden kısa bir süre önce ölen Parti eski Genel Sekreteri Hu Yaobang'ı anmak istemeleri ile başladı. Aslında öğrencilerin taleplerine hep sıcak yaklaşan Hu Yaobang'ın ölümünden sonra, üniversitelerde Yaobang'ı anma toplantıları yapmak bir tür gelenek haline gelmişti. Ve bu toplantılar bir müddet sonra daha çok demokrasi, üniversitelere bağımsızlık, daha çok iş imkanı ve basın özgürlüğü isteyen toplantılara dönüşmüştü.

Ancak bu seferki anma töreni hepsinden farklıydı. Hu Yaobang'ın ölüm tarihi olan 22 Nisan'da yüz binlerce öğrenci meydanı doldurdu ve taleplerini hükümete sunmak istediler. Öğrencilerin bu hareketi ve talepleri göz ardı edildi. Bunun üzerine öğrenciler Pekin Üniversitesi Otonom Federasyonu'nu kurduklarını açıkladılar. Kısa sürede harekete, işçilerden de destek geldi ve Pekin İşçileri Otonom Federasyonu da harekete katıldı. Bu durum politbüroyu fazlası ile rahatsız etmişti. Çünkü hareket gittikçe basit bir öğrenci hareketi olmaktan çıkıyor, her kesimden insanın katıldığı, komünist rejimi tehdit eden bir harekete dönüşüyordu. Politbüro dikta rejimini kaybetmek korkusuna kapılmıştı. 26 Nisan günü hükümet tüm gösterileri yasakladığını açıkladı. Hükümetin resmi yayın organı olan People's Daily gazetesinin, "Ayrılıkçıklara Karşı Gereken Önlemlerin Alınması Şarttır" şeklindeki manşeti, politbüronun gösteriler karşısında taviz vermeyeceğini gösteriyordu. Haberde yer alan, "öğrencilerin komplocuların oyununa geldiği" şeklindeki yorumlar, öğrenciler arasında tansiyonun yükselmesine neden olmuştu. Haberden bir gün sonra, 27 Nisan günü onlarca farklı kampüsten 100 bine yakın öğrenci meydanda toplandı ve hükümet, taleplerini kabul edinceye kadar meydandan ayrılmayacaklarını açıkladılar. 

4 Mayıs'ta öğrenciler Tiananmen Meydanı'nda okudukları bir bildirge ile, hükümeti yolsuzluklarla mücadele etmeye, anayasal hakların korunmasını garanti altına almaya, siyasi ve ekonomik reformlara hız vermeye, yeni bir basın kanunu çıkararak özel gazetelerin çıkarılmasına izin vermeye davet ettiler. Ülkenin dört bir yanından öğrenciler Pekinli arkadaşlarına destek vermek için Pekin'e hareket etmiş, Pekin halkı meydanın etrafına toplanıp büyük bir set oluşturmuş, ülkenin çeşitli kesimlerinden işçiler ise öğrencilere destek verdiklerini açıklamışlardı. Ancak Çin Hükümeti öğrencilerin taleplerini kabul etmenin, rejimde bir çözülme başlatacağını düşünüyorlardı. Öğrencilere tanınacak herhangi bir hakkın diğer kesimlere de tanınması gerekecekti. Bu da insanları birer üretim aracı olarak değerlendiren ve onların hak sahibi olmalarını değil sadece çalıştırılmaları gerektiğini düşünen komünist rejim için ciddi bir tehlikeydi.


Öğrencilerin 13 Mayıs'ta başlattıkları açlık grevi, aydınlardan ve öğretim görevlilerinden destek gördü, onlar da greve katıldılar. Birkaç hafta içerisinde açlık grevi milyonlarca insanın desteğini almıştı. Meydanda gösteri yapanların sayısı ise yarım milyonu geçmişti. Bu, komünist Çin tarihinin en büyük gösterilerinden birisiydi. Öğrenciler ile hükümet arasında diyalog kurmaya çalışan ve ılımlı siyaseti ile tanınan Zhao Ziyang bir müddet sonra, Deng Xiaoping'in tavizsiz tutumu karşısında görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Zhao'yu görevinden ayrılmak zorunda bırakan konu ise, Xiaoping'in ve yaşlı politbüro üyelerinin neredeyse tamamının savaş hali ilan edilmesi ve öğrenci hareketinin şiddet kullanılarak bastırılması gerektiği yönündeki düşünceleri idi. Bu düşünce, Kültür Devrimi günlerinde yaşanan vahşetten beri Çin'in en çok kana bulandığı operasyonlardan birinin gerçekleşmesine neden olacaktı.

Savaş hali ilan edilmesinin arefesinde Pekin'e pek çok öğrenci akın etmişti. Demiryolu Bakanlığının verilerine göre, 16 Mayıs ve 19 Mayıs'ta Pekin'e yalnız trenle giriş yapan öğrenci sayısı yaklaşık 57 bin idi. Çoğunluğunu Pekin dışından gelen öğrencilerin oluşturduğu kalabalık, 319 ayrı okulun öğrencilerini temsil ediyordu.76 Meydandaki kalabalığın artması hükümetin üzerindeki tedirginliği de artırmaktaydı. Savaş halinin ilan edilmesi ile birlikte, Haziran ayı başında 22 ayrı bölükten toplam 40 bin asker Pekin'e doğru yola koyuldular. Ancak büyük kısmı Pekin halkı tarafından şehrin girişlerinde durduruldu.

(Tiananmen Meydanı'nda 1989 yılında öğrencilerin başlattığı girişim, Komünist Parti tarafından acımasızca cezalandırıldı.)

Ne var ki halkın bu direnişi uzun sürmedi. 3 Haziran sabahı askerler meydanı kuşatmaya başladılar. Öğleden sonra çatışmalar başladı, akşam olduğunda ise ordu birlikleri barikatları aşmıştı. Sadece öğrenciler değil pek çok Pekinli de çatışmalar sırasında hayatını kaybetti. Çünkü Çin ordusu insanlar üzerine rastgele ateş açıyor, tanklar önlerine geçen herşeyi ezip geçiyordu, hatta masum insanları bile. 4 Haziran sabahı Tiananmen'e gelen bütün yollar kesilmişti, bir iki gün daha süren çatışmalar 9 Haziran günü ardında binlerce ölü bırakarak sona erdi. Temizlik operasyonu meydandaki kalabalığın dağıtılması ile bitmiyordu. Aydınlar, işçiler, politikacılar, öğrenciler ve Pekin vatandaşları arasında on binlerce insan tutuklandı. Ilımlı bir çizgi izleyen politbüro üyeleri ise Partiden ihraç edilip, hapse atıldılar.

Katliam Sonrası Manzaralar

1989 yılında yaşanan Tiananmen Katliamı komünizmin vahşi yüzünü unutanlar için ibret verici bir hatırlatma oldu. Komünist ideolojinin kendi iktidarını korumak uğruna ne derece vahşi, acımasız ve gaddar olabileceğine tüm dünya bir kez daha tanıklık etti. Asiaweek dergisi, katliam emrini veren Çin yöneticilerini, "Paranoya, akıl dışı, kana susamış gibi kelimeler bile Pekin liderlerini tarif etmekte yetersiz kalıyor" sözleri ile tanımlıyordu.77 Katliama bizzat tanıklık edenler ise manzarayı şöyle anlatıyorlardı:

... Bir emirle askerler silahlarını kaldırdılar ve halkın ve öğrencilerin üzerine doğru ateş etmeye başladılar. Vurulanlar yere düşüyordu. Ateşe ara verilince, diğerleri yaralananların yardımına koşuyordu. Xidan yakınında bulunan klinik adeta bir kan gölüne dönmüştü. Silahlı araçlar, barikatların üzerinden geçiyor etraftaki araba ve otobüsleri eziyordu. Silahları olmayan halkın ise sadece tuğlaları vardı... Tuğlalarına kurşunla karşılık alıyorlardı... İnsanlar oraya buraya koşuşuyor, hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Askerler de peşlerinden gidiyor ve silahlar susmak bilmiyordu. Bahçelerine ve çalılıklara saklanmış Pekinli insanlar bile bulundukları yerlerden çıkarılıyor ve askerler tarafından öldürülüyordu. 78

Katliamın detaylarını ve komünist Çin ordusunun acımasızlığını anlatan bunun gibi daha binlerce görgü tanığının ifadesi vardır. Bu katliamda hayatlarını kaybedenlerin yakınlarının ifadeleri de vahşeti dile getiren diğer deliller arasındadır. Bunlardan birisi de, katliamın 10. yıl dönümde katledilenlerin yakınlarının kurmuş olduğu "4 Haziran Kurbanları Derneği" adlı organizasyonun, 105 kişinin ifadesini biraraya getirerek yayınladığı rapordur. Raporda yer alan ifadelerin birkaçı şöyledir:

Sırtından vurulmuştu, omuzlarında, kolunda, dirseğinde kurşun yaraları vardı. Göbek deliğinin altında 7-8 cm genişliğinde bir süngü deliği izi görünüyordu. Vücuduna pek çok kurşun isabet etmiş olmasına rağmen hemen ölmediği, süngü darbesi ile öldürüldüğü anlaşılıyordu. Avuçlarında da süngü yaraları vardı. Süngüyü çıkarmaya çalışmıştı. Vücudunu gördüğümüzde, bedeninin üst kısmı tamamen kan ile kaplıydı. Berbat bir manzaraydı. (20 yaşında bir öğrenci olan Wu Guofeng'in ailesinin ifadesinden)

(Oğlumu bulabilmek için) Hastane hastane dolaştık. Her hastanenin girişinde ölülerin ve yaralıların isimlerinin yazılı olduğu uzun bir liste vardı, her liste ortalama 400 isimden oluşuyordu. Listenin başında yakınlarının izini bulmaya çalışan insanlar toplanmıştı. Oğlumuzun ismini bulmak için pek çok listeye baktık, kimliği tespit edilememiş cesetleri inceledik. Çok korkunçtu, kan içinde kalmış bedenlerin, gözlerindeki dehşet ifadesi donup kalmıştı. (Boynundan aldığı bir kurşunla hayatını kaybetmiş olan Wu Xiangdong'un ailesinin ifadesinden)


Seher vaktinden sonra birlikler cesetleri, öldükleri yer olan Chang'an Boulevard'a gömdüler. Bir kısım cesetler de 28. Lisenin batı tarafındaki çimenliğe gömüldü. 7 Haziran günü bastıran sağnak yağmurun ardından, cesetler o kadar derine gömülmemiş olduğu için, bazı kıyafetler toprak üstüne çıkmaya başladı. Üstelik kokuyorlardı da. Okul yönetimi durumu Xicheng Bölgesi Güvenlik Bürosu'na haber verdi. Sağlık ve güvenlik bürosu birlikte cesetleri çıkardılar. Ölenlerin tüm kimlikleri ve belgeleri daha önce onları gömen askerler tarafından alınmış olduğu için cesetlerin çoğunun kimliği belirlenemedi. (19 yaşında öldürülen Wang Nan'ın ailesinin ifadesinden) 79

Tüm bu ifadeler, 1989'da Tiananmen Meydanı'nda yaşanan insanlık dramının boyutlarını göstermektedir. Komünist Çin yönetimi geçmişte Büyük Atılım veya Kültür Devrimi döneminde yaptığı gibi, insan hayatına değer vermediğini, komünizmin baskıcı ve despot bir dikta rejimi olduğunu, insanların başına nasıl büyük felaketler getirdiğini bir kez daha göstermiştir. Bugün halen Çin hapishaneleri Tiananmen olayları sırasında gözaltına alınan kişilerle doludur.

Ayrıca Çin'i dev bir korku devleti haline getiren unsurlar sadece bu örneklerle sınırlı değildir. Komünist Çin yönetimi oligarşik idaresini devam ettirebilmek için her türlü baskı ve şiddeti uygularken, bir yandan da ekonomisini ayakta tutabilmek için vatandaşlarını adeta birer makine gibi kullanmaktadır. Çin'deki çalışma koşulları ve halkın içerisinde bulunduğu durum, komünist rejimlerin oluşturduğu acımasız, bencil ve ruhsuz yapıyı göstermesi açısından ibret vericidir.


The brutality witnessed in Tiananmen Square continued after the protest itself had come to an end. Many of those who took part were later executed, and many others arrested and sent off to the labor camps.





İlkokul Çağındaki Çocukların Zorla Çalıştırılması


Daha önce de belirtildiği üzere komünist Çin yönetimi, Doğu Türkistan halkını zorla çalıştırıp kazancına el koyduğu gibi, kendi vatandaşlarını da sistemin muhafazasını sağlamak adına sömürmektedir. Bir yanda düşünce suçluları ve tutuklular çalışma kamplarında sürekli çalıştırılmakta, bir yanda halk zorla kamu işlerinde çalıştırılarak kazançlarına el konulmaktadır. Hatta insanların fiziksel imkanlarından olabilecek son noktaya kadar faydalanılabilmesi için henüz ilkokul çağındaki çocuklar dahi kullanılmaktadır. Ürettiği müddetçe değeri olan insanın, komünist sisteme yarar sağlaması temel nokta olduğu için, üretimi gerçekleştirecek olanın yaşı, sağlığı, içinde bulunduğu koşullar önemli değildir. Bu durumda çocukların da kullanılması makul karşılanmaktadır.

Çocukların kullanılması ile ucuz işçilik sağlanmakta, bu da Çin ekonomisi için ciddi bir gelir unsuru olmaktadır.

Çin okullarında hayvan beslenmekte, çiftlik işleri yapılmakta, terzilik yapılmakta ve hatta havai fişek üretilmektedir. Hatta zaman zaman çocuklar yaptıkları işler sırasında toplu olarak hayatlarını kaybetmektedirler. Bunun nedeni ise çoğu zaman çocukların, donanma fişeklerinin doldurulması, havai fişeklerin hazırlanması gibi kendileri için son derece riskli alanlarda çalıştırılmalarıdır. Nitekim 2001 yılında bu tarz bir çalışmanın yapıldığı Çin'in doğusunda yer alan Jiangxi eyaletine bağlı Fangling kasabasında yaşanan bir patlamada 50 çocuk ölmüş, bir çoğu da ağır şekilde yaralanmıştır.80 200 çocuğun öğrenim gördüğü bu okulda öğrencilerin derslerini çalışmak ve ödevlerini yapmak gibi sorumluluklarının yanı sıra diğer bir görevleri de Çin Donanması için donanma fişekleri ve havai fişekler hazırlamaktır. Okulun 13 yaşındaki öğrencisi Gao Yun, yaptıkları işi ünlü haber ajansı Reuters'a şöyle anlatmıştır:

Okulda havai fişek yapmaya dört yıl önce başladık, haftada bir veya iki kere bu işi yapmamız gerekiyordu. Daha büyük sınıflardaki öğrenciler barut doldurmak, küçük sınıflar ise fitilleri monte etmekle sorumluydular. Eğer daha fazla üretim yaparsak öğretmenlerimiz bize kurşun kalem veya defter hediye ediyorlardı. Ama belirtilen hedefi yerine getiremezsek, okul çıkışı eve gitmemize izin verilmiyordu.81

Öğrencileri bu derece tehlikeli bir işte çalıştırabilen komünist yöneticiler, patlamada hayatını kaybeden öğrencilerin ailelerini haberdar ederken de, "O kadar kötü bir olay değil, olayı bir tür aile planlaması gibi düşünün" 82 sözleri ile aynı duyarsızlığı sergilemişlerdir.

Çin'de insanların adeta birer makine gibi kullanıldığının, bu nedenle de sevgi, saygı, anlayış, hoşgörü, şefkat ve merhamet gibi insani değerlerin bir anlam ifade etmediğinin en çarpıcı örneği, Çin vatandaşlarının çalışmak zorunda bırakıldıkları koşullardır.

Çinliler sürekli aşağılandıkları, küçük düşürüldükleri, zor şartlarda çalışmaya mecbur bırakıldıkları, cezalandırılıp korkutuldukları çalışma koşullarını "yavaş yavaş intihar etmek" olarak tanımlamaktadırlar. Bunun nedenlerinden birisi Çin'de genel olarak iş ortamlarındaki sağlık koşullarının son derece kötü olmasıdır. Genelde sabah yediden gece yarılarına kadar çalışmak zorunda kalan işçiler, sağlıkları için gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle çeşitli ölümcül hastalıklara da yakalanmaktadırlar. Ancak bunun da ötesinde, psikolojik olarak aşağılanmaları ve kendilerine adeta birer hayvan muamelesi yapılması çok daha büyük bir baskı oluşturmaktadır.

1998 yılında Avustralyalı araştırmacı Anita Chan'ın yaptığı bir araştırma bu ortamı detayları ile gözler önüne sermiştir. Chan araştırmasında, Guangdong eyaletinde bulunan Zhaojie ayakkabı fabrikasında çalışan 20 işçinin bir gazeteye yazdığı mektubu konu edinmiştir. Bir devlet ve özel sektör ortaklığı olan bu fabrikadaki koşulların detaylı olarak ele alındığı çalışmada, özellikle diğer eyaletlerden bu bölgeye getirtilen işçilerin yaşadıkları olaylara yer verilmiştir.

O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. (Bakara Suresi, 205)

Araştırmaya göre, fabrikanın 100'den fazla sürekli devriye gezen güvenlik görevlisi vardır ve göçmen işçilerin hiçbir şekilde fabrikadan ayrılmaları mümkün değildir. İşçilerden biri fabrikada yaşadıklarını şu şekilde aktarmaktadır:

Dayak yemek ve tacize uğramak her gün karşılaşılan doğal olaylardan biriydi. Bunun yanı sıra bir iskemlenin üstünde herkesin görebileceği şekilde ayakta durmak, yüzü duvara dönük olarak hatalarını itiraf etmek, diz üstü çömelmiş pozisyonda beklemek gibi cezalar da veriliyordu. Memurlar ve işçiler sabah yediden gece yarısına kadar çalışmak zorundaydı. Pek çoğu hastalanıyordu... Çalışma saatlerinde bir bardak su içmek için bile izin almak mümkün değildi.83


Komünist sistemde insanlar ancak ürettiği müddetçe değerlidir ve herkes üretime katılmakla yükümlüdür.

Unutulmamalıdır ki bu, sadece bu fabrikadaki yöneticilerin gaddarlığından kaynaklanan istisnai bir durum değildir. Başta Doğu Türkistan'da olmak üzere, Çin'in dört bir yanındaki fabrikalarda, iş yerlerinde benzer şartlar mevcuttur. Hemen herşey için kesilen para cezası da bu işyerlerinin özellikleri arasındadır.

Cezaya sebep olan davranışlar arasında mesai sırasında gülmek ve konuşmak, oyalanarak yürümek, ışıkları açık bırakmak gibi maddeler vardır. Hatta işçilerin tuvalete gitme süreleri bile sıkı bir denetim altındadır. Günde iki defadan fazla tuvalete giden işçilerin iki günlük yevmiyeleri kesilmektedir. 84

Komünist düzenin ayrılmaz bir parçası olan baskı ve şiddet, hayatın pek çok alanında olduğu gibi iş ortamlarında da asker ve polis gücü ile sağlanmaktadır.

Şirket kurallarına uyulmasının sağlanması için elektrikli sopalar kullanan güvenlik görevlileri, yerel polis teşkilatları ile sıkı bir işbirliği içerisindedir. Bu şekilde çalışanların, çalışma koşullarını, ödenmeyen maaşlarını ve tazminatlarını protesto etmeleri de engellenmektedir.

Çin'de Toplumsal Çöküş

Komünizmin, Çin'i içine sürüklediği felaketler buraya kadar anlattıklarımızla sınırlı değildir. Uzun yıllar despot bir rejim altında ezilen Çin'de bugün hem ekonomik hem de sosyal alanda ciddi bir çöküş yaşanmaktadır. Hızla artan işsizlik, ödenmeyen maaşlar, suç oranlarındaki artış ve hemen her gün ülkenin çeşitli yerlerinden gelen eylem ve çatışma haberleri komünizmin bir toplumu içine sürüklediği felaketlerin boyutunu göstermesi açısından çarpıcıdır. Bir yanda insan hakları ihlallerinin yoğun olarak devam etmesi bir yanda adaletsiz gelir dağılımı, Çin'de yaşanan çöküntüyü daha da hızlandırmaktadır. Adeta bir deney tahtası gibi kullanılan Çin halkı bir felaketten bir başka felakete sürüklenmektedir.

Suç dalgasının hızla yayıldığı Çin'de son dönemlerde özellikle hırsızlık, fuhuş ve kadın ticareti, uyuşturucu kullanımı ve ticareti gibi konularda işlenen suçların sayısı hızla artmaktadır. İşsizlik ve kırsal kesimlerden şehirlere yoğun bir şekilde yaşanan göç, özellikle şehirlerde hırsızlık ve soygun olaylarının artmasına neden olmuştur. Genel olarak ülkede en çok ekonomik suçlarda bir artış görülmektedir.


People raised under communist ideology result in a society hostile to all moral and spiritual values. Young communists regard man as a kind of animal and life as a battleground. As a result people are depressed, unhappy, unbalanced and supportive of immorality.


Son yıllarda hızla artan suç türlerinden biri de uyuşturucu ticaretidir. Komünizmin bir neticesi olarak insanlarda oluşan manevi boşluk, uyuşturucu kullanımında ve ticaretinde yoğun bir artış meydana getirmiştir. Yapılan istatistikler, Çin'de uyuşturucu kullananların sayısının hızla artığını göstermektedir.

Suç oranlarında yaşanan artışta dikkat çeken hususlardan birisi de, suç işleyen kadınların sayısında yaşanan artıştır. Yapılan istatistiksel çalışmalar ve araştırmalar kadınlar arasında suç işleme oranının oldukça fazla olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte tecavüz, kadın ticareti gibi kadınlara karşı işlenen suçlarda da bir artış söz konusudur. Kadınların ve çocukların fuhuş ticaretinde kullanılmasına oldukça sık rastlanmaktadır. Yalnız bu nedenle pek çok kişi gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Toplumda yaşanan ahlaki dejenarasyonun önemli göstergeleri arasında bulunan bu suçların yanı sıra, rüşvetin yayılması da Çin'deki toplumsal çöküntüyü gösteren bir başka unsurdur.


Çin'in Uyuşturucu Ağı, Newsweek 31.02.01

Çin vatandaşları arasında uyuşturucu kullanımının hızla arttığı yönündeki haberler dünya basınında sıklıkla yer almaktadır. Newsweek dergisinde yer alan bir habere göre ülkede 1997 yılının sonunda uyuşturucu bağımlılığından kurtulmak için ilgili programlara başvuran 540.000 uyuşturucu bağımlısı bulunuyordu. Bu sayı şu anda yaklaşık 860.000 civarında. Bu kişilerin yüzde 75'ini ise 25 yaşın altındaki gençler oluşturuyor.


Çin'de yaşanan ahlaki dejenerasyonun en önemli göstergelerinden biri, fuhşun gün geçtikçe yaygınlık kazanmasıdır. Uyuşturucu, kadın ticareti ve sapkınlık dolu bir dünyanın anlatıldığı bazı kitaplar, Çin'in karanlık yüzünü gözler önüne seriyor.

İnsanların da hayvanlar gibi terbiye edilebileceğini düşünen ve  manevi eğitimi göz ardı eden Çin Komünist Partisi, görüldüğü gibi kendi elleri ile ortaya çıkardığı bir canavarla mücadele etmeye çalışmaktadır. Ve tüm bu manzara karşısında çözümü daha çok şiddete başvurmakta görmektedir. Oysa yaşanan maddi ve ahlaki çöküntüyü engellemenin yolu daha çok insan tutuklamak, daha çok kişiyi idam etmek, daha çok insanı cezalandırmak değildir. Çin, tüm komünist rejimlerin yaşadığı kaçınılmaz sonu yaşamaktadır ve böyle bir sorunun üstesinden gelebilmenin ilk adımı manen sağlıklı ve güçlü bir neslin yetiştirilmesidir. Çünkü ancak manen güçlü olanlar hiçbir koşulda ahlaksızlığa ve kötülüğü yanaşmazlar. Allah'ı ve dini tanımayan, Allah'tan korkmayan ve hesap vereceğini ummayan bir insanın, kötülükten uzak durması için hiçbir sebep yoktur. Onu çirkin bir hayattan uzak tutacak olan, kötü ahlak göstermesine mani olabilecek olan yalnızca din ahlakıdır. Çünkü Allah iman edenlere çirkin fiilleri yasaklamıştır: 

..."Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan 'isyan ve saldırıyı' kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." (Araf Suresi, 33)

Allah'tan korkan insan bu emirlere kayıtsız şartsız riayet eder:

Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler (çaba harcadılar). İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 15)

Yıllar boyunca materyalist Darwinist düşünce doğrultusunda, her türlü ahlaki ve manevi değerden uzak yetiştirilen Çin gençliği, günümüzde çok büyük bir ahlaki dejenerasyon içindedir. Newsweek dergisinde yer alan yukarıdaki haber Çin'de gençlerin içine düştüğü durumu gözler önüne sermektedir. People's Public Security Üniversitesi'nde kriminoloji profesörü olan Li Meijin 90'lı yıllarda hırsızlık olaylarında yüzde 3000 oranında artış olduğunu belirtmiştir. Haberde yer alan bir araştırmaya göre 1978 ile 1998 yılları arasında işlenen suçların 4'te 3'ü 14-25 yaşları arasındaki gençler tarafından işlenmiştir. (Gazete Haberi: Newsveek, 03.12.01 / Manşet: Çocuklar Hiç İyi Değil)


Çin Devleti Kendi Vatandaşlarına Hastalık Şırınga Ediyor

Fuhuşun ve uyuşturucu kullanımının artması Çin'de kan yolu ile bulaşan hastalıkların da yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bunların başında AIDS gelmektedir. Resmi makamların verdiği bilgilere göre bugün Çin'de yarım milyon AIDS hastası olduğu bilinmekte, gerçek rakamın ise bundan çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Çin Devleti, ahlaki çöküntü karşısında, sorunu gerçekten çözücü tedbirler almadığı gibi, AIDS hastaları için de herhangi bir tedbir almamaktadır.

Bununla birlikte, Çin'deki AIDS vakaları ile ilgili özellikle son zamanlarda dünya kamuoyuna yansıyan bilgiler Çin Hükümetinin hastalığın yayılmasını önlemeye çalışmadığını, bilakis yetkililerin hastalığın yayılmasında aracı olduğunu göstermektedir. AIDS'in artmasının sebeplerinin ilk sıralarında, halkın cüzi rakamlar karşılığında kanlarını satıyor olmaları ve bu kan alış verişinin son derece sağlıksız koşullarda gerçekleştiriliyor olması vardır. Çin makamları az bir para karşılığında vatandaşlarının kanlarını almakta, ancak steril malzemelerin kullanılmaması bir facia ile neticelenmektedir. Halka şırınga başına 5 dolar karşılığında plazma hücrelerinin alınacağı ve kanlarının tekrar kendilerine verileceği vaat edilmektedir. Ancak sürekli aynı şırıngaların kullanılması yalnız AIDS'in değil, kan yolu ile bulaşan daha pek çok hastalığın yaygınlaşmasına neden olmaktadır.

Çin yetkilileri ülkede hızla artan AIDS salgınını yıllar boyunca kabul etmeye yanaşmadılar. Ancak 2001 yılının Ağustos ayında bir basın toplantısı düzenleyen Çin Sağlık Bakan Yardımcısı Yin Dakui, ülkelerinde çok ciddi bir AIDS problemi olduğunu kamuoyu önünde kabul etmek zorunda kaldı. Yin açıklamasında, bir yılda %67 artış gösteren bu salgında kan satışının çok büyük bir etkisi olduğunu belirtti. UNAIDS tarafından yapılan açıklamaya göre 2010 yılında Çin'deki AIDS hastası sayısı 20 milyona ulaşacak.

Manşet: ... Çin, AIDS Hastalığı ile Yüzleşmeyi Kabulleniyor

Çin, Komünizmi Terk Etmiyor

Mao'dan sonra iktidara gelen Deng Xiaoping ülkenin içinde bulunduğu durumu düzeltmek için birtakım ekonomik reformlara başvurmuştur. Pazar ekonomisinin komünizme uygulanmış bir türevi olan bu reformlar kısa bir süre için de olsa Çin ekonomisinde kısmi bir düzelme sağlamıştır. Bugün de bu reformlar sayesinde Batılı şirketler Çin'de yatırım yapabilmekte ve özel şirketlerin aktivitelerine izin verilmektedir. (Aslında bu özel şirketlerin büyük çoğunluğu da PLA ortaklıdır ve yönetiminde generaller vardır).

Bu manzara ilk bakışta bazı çevrelere, Çin'in artık Mao'nun öğretilerinden iyice kopmaya başladığı ve demokratik bir anlayışın geliştiği kanaatini vermiştir.

Komünizmin Çin'e getirdiği belaların izlerini, ülkenin dört bir yanında
 rahatlıkla görmek mümkündür.

Ancak Çin'de son yirmi yıldır yaşanan süreç biraz daha kapsamlı olarak incelendiğinde, tüm bu sözde reform ve revizyonların, aslında daha köklü bir komünist rejim için bir hazırlık olduğu rahatlıkla görülecektir.

Nasıl ki Sovyetler Birliği'nin yıkılması, "Marksizm'in yanlış bir yorumunun çökmesi" olarak düşünülüyorsa, hem Çin'deki hem de dünyanın çeşitli yerlerindeki Maocular için Çin'in şu an içinde bulunduğu sosyal çöküntü "uygulama yanlışı" olarak algılanmaktadır. Komünist ideolojiye göre ideal komünist toplum belli evrelerden geçmelidir. Önce kapitalizm yaşanmalı, ardından sosyalizme, oradan da komünizme bir geçiş olmalıdır. İşte Çin'in bugünkü kapitalist görüntüsünün asıl nedeni, ideal komünist düzene ulaşılması için gösterilen bir çabadır. Üstelik Çin, çizdiği kapitalist tabloyu mümkün olduğunca ekonomik alanla sınırlı tutmakta, siyasi alanda ise Maoizm'e bağlılığını devam ettirmektedir. Ancak komünizme geçiş aşamasının önemli bir adımı olduğuna inandığı sosyalizm evresini gerçekleştirebilmek için komünist partiyi sosyalist bir parti olarak revize etmeye çalışmaktadır.


Üstelik Çin bugün, sosyalizme geçiş için gerekli görülen vahşi kapitalist dönemi her yönü ile yaşamaktadır. Gelir tablosundaki eşitsizliğin, işsizliğin her geçen gün daha da artması, fakirlerin iyice fakirleşip, zenginlerin daha da zenginleşmesi ve tüm bunların sonucu olarak yukarıda da değindiğimiz ahlaki çöküntü adeta Çin halkının "en iyisi Mao dönemiydi" demesini sağlayabilmek içindir. Oysa insanlara alternatif olarak gösterilen Maoizm de çok büyük bir zulüm ve vahşet rejimidir. Hatta Maoizm ardında bıraktığı milyonlarca ölü ile bir kan dökme kuyusudur. Yani bu şekilde insanlar bir zulümden kaçarken, başka bir zulmün tuzağına düşecekler, gerçek huzur ve mutluluğu asla bulamayacaklardır.

Nitekim son zamanlarda Çin'de yapılan araştırmalar, Mao'ya olan ilginin halen yoğun şekilde devam ettiğini ve hatta halkın bir kısmının Mao dönemini tercih ettiğini göstermiştir. 1970'li yılların sonunda başlayan kapitalist uygulamaların neden olduğu belirsizlik ve çöküş, 1986 yılında başlayan öğrenci olayları ile doruğa tırmanmış ve 1989 yılında yaşanan Tiananmen katliamı Mao'yu tekrar Çin'in gündemine sokmuştur. Atlantic Monthly dergisinin 1992 yılında yayınlanan bir sayısında Çin'in yeniden Maoizme dönüşü şöyle aktarılmaktadır:

Aslında geçtiğimiz yılın sonundan itibaren Mao'ya karşı çılgınca bir ilgi tüm Çin'i sarıp kuşatmaya başladı. Mao'nun bir uçtan bir uca Çin'e ismini kazıdığı, devrim karşıtlarını öldüresiye dövdüğü ve hatta çıplak bedenlerine Mao isminin kazındığı Kültür Devrimi günlerindeki politik cinneti gibi olmasa da, Mao'nun Çin'de şu an yaygın bir etkisi var... Bu Mao sevdası karşısında devlet yayın organı olan Xinhua basımevi, Mao'nun tüm eserlerinin bulunduğu yeni bir cildi 10 milyondan fazla bastı ve devlet bütçeli film şirketleri de yeni dram belgeseller hazırlıyorlar. Hatta 1991 yapımı "Mao Zedung ve Oğlu" filmi, özellikle Mao'nun insani yönleri olduğunu vurgulayabilmek amacıyla duygusal öğelerle süslenmiş. Filmde Mao'ya oğlu Mao Arying'in Kore Savaşı'nda Amerikalılar tarafından vurulduğu haberinin verildiği an da var. Mao'yu insanileştirme çabaları bu yıl da devam etti ve propaganda içerikli "Mao Zedung'un Hikayesi" kitabı piyasaya çıktı. 85

Günümüzde Çin'deki Mao propagandası hızla devam ediyor. Çin televizyonlarında, Mao'nun sözlerinin nerede ve hangi tarihte söylendiği konulu yarışmalar düzenleniyor, Mao posterlerinin sayısı artırılıyor, Mao'nun öğretileri radyo ve televizyonlardan tekrar tekrar yayınlanıyor. Üstelik Çin halkının büyük çoğunluğu yıllardır kendilerine verilen telkinler neticesinde Mao'ya bir nevi kurtarıcı misyonu yüklemiş, hatta ona mistik bir bağ ile bağlanmış durumdalar.

Pek çok Çinli Mao'nun kendilerini trafik kazalarından, kötülüklerden, hastalıklardan koruduğunu düşünüyor. Ancak Çinli yazar Jie Lusheng, Sun That Never Sets (Asla Batmayan Güneş) isimli kitabında başka önemli gerçeklerin de altını çizmekte. Jia'ya göre, Çin'in Mao'ya olan bağlılığı, ülkenin daha istikrarlı gözüktüğü ilk yıllara olan özlemin bir yansıması. Jia, lider eksikliğinin, dejenere olmuş toplum hayatının ve suç oranlarının artmasının, Mao'ya duyulan özlemi de artırdığını yazıyor. Çinlilerin büyük kısmı, Mao'nun ideolojisinin hayat bulması ile, Çin'in üzerine yeniden güneş doğacağını sanıyor.

Bu tespitlerin de gösterdiği gibi, bugün Çin, komünizmden uzaklaşmamakta, bilakis belirlenmiş bir süreç içerisinde komünizmin belki de çok daha katı bir formuna doğru ilerlemektedir. Komünist ideolojinin bu şekilde canlı olması, Doğu Türkistan üzerindeki baskıların da süreceği anlamına gelmektedir. Çünkü komünist ideolojinin İslam'a ve Müslümanlara bakışı her zaman düşmanca olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Çin'in "Terörizm" Aldatmacası

11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı düzenlenen büyük terörist saldırı, dünyadaki pek çok dengeyi değiştirecek yeni bir stratejik düzenlemeyi de beraberinde getirdi. ABD, ülkesini hedef alan uluslararası terörizme karşı global bir mücadele başlattı. Ancak bazı ülkeler, bu mücadeleyi istismar ederek, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya niyetlendiler. Bunların başında Çin geliyordu.

ABD'nin terörizme karşı olan tepkisini, "Müslümanlara karşı bir savaş" gibi görmek ve göstermek isteyen Çin, Ekim 2001'de bir mesaj yayınladı. Mesajda, özetle, "Çin'in de Doğu Türkistan'daki İslamcı teröristlere karşı Batı dünyası ile işbirliği yapmak istediği" söyleniyordu.

Oysa Çin'in bu açıklaması apaçık bir çarpıtmadan ibarettir. Çünkü Doğu Türkistan halkı, manevi değerlerine sahip çıkmanın, kültürünü ve örfünüyaşatabilmenin, özgürce dinini yaşayıp dilini kullanabilmenin haklı mücadelesini vermektedir. Ve bu mücadele uzun yıllardır, Doğu Türkistanlı liderlerin sahip olduğu sağduyu sayesinde son derece demoktrat bir platformda yürütülmektedir. Bununla birlikte her toplumda olabileceği gibi Doğu Türkistan halkı arasında da, şiddete eğilimli kişiler veya gruplar bulunabilir. Ancak bu durum, Doğu Türkistan'ın haklı bir mücadele yürüttüğü gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Bölgedeki gerçek terörist güç, bu kitap boyunca incelediğimiz gibi, Doğu Türkistan'daki mazlum Müslümanlara karşı uzun vadeli bir soykırım yürüten Çin yönetimidir.

Bu gerçek, Batılı yorumcular tarafından da teşhis edilmekte gecikmedi. Çin'in söz konusu propaganda girişiminin ardından The Washington Times gazetesinde (10/14/2001) Beware China's Ties to the Taliban (Çin'in Taliban'la Olan İlişkilerinden Sakının) başlıklı bir makalesi yayınlanan Amerikalı eski senatör Jesse Helms bunlardan biriydi. Cumhuriyetçi Parti'den uzun yıllar Kuzey Carolina senatörlüğü ve "Senato Dış İlişkiler Komitesi" üyeliği yapan Helms, söz konusu makalesinde Çin'in ABD'yi ve Batı'yı yanına alma girişiminin ne kadar aldatıcı olduğunu anlatıyordu. Afganistan'daki Taliban yönetimi ile Çin arasında çok yakın ilişkiler olduğunu anlatan Helms, Çin'in hem İslam'a hem de Amerika'ya düşman olduğunu şöyle belirtiyordu:

... Çin ve Amerika'nın terörizme karşı savaşmakta ortak bir çıkara sahip olduklarına dair bir varsayım var. Ne kadar safça ve tehlikeli bir fantazi... Gerçekte, komünist Çin Hükümeti Ortadoğu'daki tüm teröristlerle ve terörü destekleyen ülkelerle çok yakın ilişkiler içinde...

Amerika'nın terörizm ile mücadelesinde Çin ile ortak çıkarlar paylaştığını düşünenler, büyük olasılıkla bu varsayımlarını, Çin'in Sincan bölgesindeki hayali Uygur terörizmi ile olan mücadelesine dayandırıyorlar. Böyle düşünmek ahlaki bir felaket olacaktır, çünkü Uygurları bize düşman olan zararlı fanatiklerle bir tutmanın hiçbir haklı yanı yoktur. Uygurlar, Pekin'in acımasız yönetimine karşı haklı bir özgürlük mücadelesi içindedirler ve bunu da büyük ölçüde barışçıl yollardan yürütmektedirler. Bu yüzden, büyük bir baskıya maruz kalmaktadırlar, Çin Hükümeti siyasi nedenlerle insanları tutuklamakta ve işkenceden geçirmekte, camileri yıkmakta ve barışçı gösteriler yapan insanların üzerine ateş açmaktadır.

Hem stratejik hem de ahlaki olarak, Amerika Birleşik Devletleri, Çin'i, terörizme karşı geliştirilecek bir çözümün parçası olarak kabul etmemelidir. Gerçekte, bizzat komünist Çin bu sorunun büyük bir parçasıdır."

Görüldüğü gibi, Kızıl Çin topraklarında yaşanan gerçeklerin farkında olan Amerikalılar da, Çin'in Doğu Türkistan'daki Müslüman Uygur Türkleri'ne büyük bir zulüm uyguladığını ve bu nedenle "terörizmin çözüm ortağı" değil, "terörizmin bir parçası" olduğunu görmektedirler.

Bu düşünce artık pek çok Batılı tarafından paylaşılmaktadır. Bu haklı mücadeleden faydalanmak isteyen bazı ülkelerin girişimlerine karşı dikkatli olmak gerektiği farklı kişiler tarafından dile getirilmektedir. Örneğin The Asian Wall Street Journal gazetesi editörlerinden Thomas Beal 5 Kasım 2001 tarihli yazısında şu gerçeklerin altını çizmektedir:

Amerika'ya karşı gerçekleştirilen saldırılar karşısında Çin'in sergilediği sahte kızgınlık, bölgenin 18 milyonluk nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan Sincan'daki Müslüman Türklerin milli ve dini değerlerine yönelik on yıldır devam eden baskıyı haklı çıkarmak için dünya çapında gösterilen tepkiyi nasıl kötüye kullandığını göstermektedir. Amerika'nın Usama Bin Laden'e karşı yürüttüğü kampanyayı destekleyerek ya da en azından buna karşı çıkmayarak Başkan Jiang Zemin'in umudu Çin'in insan hakları ihlallerini eleştiren Batı'nın sempatisini kazanabilmekti.

Bush hükümeti, Çin'in kendi içindeki ayrılıkçı hareketleri Amerika'ya karşı düzenlenen saldırı ile eş tutması girişimini kesinlikle red etmeli. Uluslararası terörizme karşı başlatılan savaş kapsamında Çin'in Doğu Türkistan'daki Müslümanlara eziyet etmesine açık veya kapalı destek olmamalı.

Yazısının devamında komünist Çin yönetiminin Doğu Türkistan halkına yaptığı büyük zulme yer ayıran Beal, bu baskının hala devam ettiğini söylüyor. Beal yazısını şu sözlerle bitiriyor:

... Amerika Pekin'in Uygurlara karşı işlediği suçlara ortak olmamalı. Çünkü Uygurlar Amerika'nın neden terörizme karşı mücadele ettiğini en iyi anlayan halklardan biri..."

Türkiye olarak bizim de Çin ile olan ilişkilerimizde bu gerçeği göz önünde bulundurmamız, Doğu Türkistan'daki soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın haklı mücadelesine diplomatik kanallardan destek olmamız gerekmektedir.

Çözüm Yolu Darwınizm'in Temel Dayanaklarının Ortadan Kaldırılmasıdır

Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde sık sık Çin vahşetinin felsefi temelinde Darwinizm ve materyalizm olduğunu vurguladık, komünizm ile Darwinizm arasındaki ittifaka değindik. Başka çalışmalarımızda incelediğimiz diğer pek çok örnek de, Darwinizm'in ortaya atıldığı günden beri tüm dünyayı bir savaş ve çatışma alanı haline getirdiğini, ırkçılığı ve etnik temizlik girişimlerini körüklediğini ortaya koymaktadır. Peki Darwinizm'le savaş arasındaki bağlantı nedir, nasıl olmaktadır da Darwinizm insanları anarşi, kaos ve çatışmanın içine çekebilmekte, insanların bunları olağan karşılamasını sağlamaktadır? Bu soruların cevabını kısaca şu şekilde maddelendirebiliriz:

◉ Darwinizm'in çarpık görüşüne göre insan tesadüflerin eseridir ve bir tür gelişmiş hayvandır. Dolayısıyla insanın saldırganlık, acımasızlık, şiddet gibi hayvani tavırlar göstermesinde bir sakınca yoktur. Ayrıca insan tesadüflerin eseri olduğuna göre bu tavırları nedeniyle kimseye karşı da sorumlu değildir. Hiçbir bilimselliği olmamasına rağmen yazılı ve görsel basında toplumlara sürekli bu telkinin verilmesi, eğitim kurumlarında bu safsatanın adeta ispatlanmış bir gerçek gibi sunulması, insanların farkına varmadan Darwinizm'in büyüsüne kapılmalarına neden olmaktadır. Bu durumda insanları sevgiye, şefkate, merhamete ve fedakarlığa yöneltecek bir öğe kalmamakta, insanlar doğal olarak suça, şiddete ve kötülüğe yönelmektedir.



Maoizm'in Çin yönetimi 
üzerindeki etkisi, Devlet Başkanı Jiang Zemin'in propaganda amacıyla hazırlattığı posterlerde de kendini göstermektedir.
Soldaki posterde Mao, Deng Xiaoping ve Jiang Zemin görülüyor.

Çin'de komünizmden pazar ekonomisine geçiş yönünde atılan adımlar hiç kimseyi yanıltmamalıdır. Komünist zihniyet devletin her uygulamasında ve Çin'in her köşesinde kendini belli etmektedir. Çünkü komünizm ölmemiştir. Çin'in dört bir yanındaki Mao resimleri bu gerçeğin en açık kanıtlarıdır.

Günümüzde Mao propagandası Çin'de büyük bir hızla devam ediyor.Bu propaganda sayesinde Mao, hala Çin halkının büyük bir kesimi tarafından kurtarıcı olarak görülüyor.

◉ Darwinizm ve materyalizm insanlığın ilerlemesinin çatışmaya dayalı olduğunu öne sürer ve her türlü çatışmayı över. Bunun bilimsel bir gerçekmiş gibi öne sürülmesi ve tarih boyunca çeşitli devlet adamları, yöneticiler ve askeri yetkililer tarafından da dile getirilmesi, ardında milyonlarca ölü, on binlerce sakat kalmış insan, harap olmuş şehirler ve ülkeler bırakmıştır. İki dünya savaşını geride bırakan insanlık günümüzde de, Darwinizm'in çatışmayı öven ve ilerleme için bir zorunluluk gibi gösteren telkinleri nedeni ile kavgalar, çatışmalar, anarşi ve terör ile boğuşmaktadır. 

◉ Darwinizm'in temel öğretilerinden birisi de "ancak güçlü olanın ayakta kalabileceği" iddiasıdır. Bu çarpık fikre göre güçsüzler ve zayıf olanlar ezilmeye ve yok olmaya mahkumdur. Yaşamı bir mücadele sahası olarak gören ve güçlü olanın acımasız olduğu müddetçe ayakta kalabileceğini savunan Darwinizm'in bu mantığına göre her türlü haksız rekabet makul karşılanmalıdır. Eğer yaşam bir mücadeleden ibaretse, ayakta kalabilmenin tek yolu olabildiğince savaşmak ve kendini koruyabilmek için bu savaşta acımasız olmaktır.

Görüldüğü gibi Darwinizm bireyleri ve toplumları acımasızlığa ve zalimliğe yönelten, savaşı bir tür biyolojik zorunluluk olarak gören, kan dökmeyi, acı çekmeyi ve çektirmeyi gelişme olarak değerlendiren ve tüm bunların değişmez birer "doğa kanunu" olduğunu düşünen bir ideolojidir. Bu düşünce yapısının bir devletin resmi ideolojisi haline geldiğinde nasıl bir devlet terörü ortaya çıkacağı ise açıktır.

İşte bu nedenle Darwinizm'in fikri olarak çökertilmesi ve ortadan kaldırılması, bu çatışmacı ve kan dökücü felsefenin ve çeşitli uygulamalarının da ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Bunun için bir yandan Darwinizm'in karanlık yüzü tüm insanlara deşifre edilmeli, öte yandan da insanların Allah'ı tanıyıp O'na iman etmeleri için gayret gösterilmeli ve toplumlara gerçek din ahlakı anlatılmalıdır.

Allah insanlara her koşulda adaleti ayakta tutmalarını, barış sever ve hoşgörülü olmalarını, dünyada karmaşa ve bozgunculuk çıkarmamalarını emretmektedir. Bu nedenledir ki, din ahlakının özü insanlar arasında barış, huzur ve güvenliğin sağlanmasıdır. Vahye dayanan her üç İlahi din de (Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam) çatışmaya ve şiddete karşıdır. Dolayısıyla, Darwinist felsefenin reddedilmesi ve yerine din anlakının hakim olması, insanlar arasında nefret, kin ve catışma yerine sevgi, merhamet, hoşgörü, ve affediciliğin yerleşmesi anlamına gelecektir.

DİPNOTLAR:

74. New York Times, Patrick E. Tyler, Concerning Liberties, Chinaise Free to Prosper But That's All,  30 Mayıs 1997 

75. James Conachy, Victims' Families Campaign for Reassessment of Tiananmen Square Massacre, WSWS (World Socialist Website), 14 Temmuz 1999 

76. Foreign Affairs, Andrew J. Nathan, The Tiananmen Papers, Ocak-Şubat 2001 

77. Asiaweek, Jonathan Mirsky, Revolution's Dark Legacy, cilt 27, no 2, 19 Ocak 2001 

78. James Conachy, Ten Years Since The Tiananmen Square Massacre, WSWS, 4 Haziran 1999 

79. James Conachy, Victims' Families Campaign for Reassessment of Tiananmen Square Massacre, WSWS, 14 Temmuz 1999 

80. Carol Divjak & James Conachy, Fifity Chinese Children Killed in School Fireworks Explosion, WSWS, 14 Mart 2001 

81. Carol Divjak & James Conachy, Fifity Chinese Children Killed in School Fireworks Explosion, WSWS, 14 Mart 2001 

82. Carol Divjak & James Conachy, Fifity Chinese Children Killed in School Fireworks Explosion, WSWS, 14 Mart 2001 

83. Berly Maurice, A Glimpse of Working Conditions Being Created By Capitalism in China, WSWS, 11 Ekim 2000 

84. Berly Maurice, A Glimpse of Working Conditions Being Created By Capitalism in China, WSWS, 11 Ekim 2000 

85. Atlantic Monthly, Orville Schell, Once Again Long Live Chairman Mao, Aralık 1992 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk-İslam Birliği Neden Acildir?

Medeniyetler Merkezi Doğu Türkistan